28 Aralık 2008 Pazar

HUZUR İÇİNDE GİT JAMIL

HUZUR İÇİNDE GİT JAMIL
GO WITH PEACE JAMIL
MA SALAMA JAMIL

19 – 25 Aralık 2008 tarihleri arasında reklamsız ve sessiz bir festival yaşadık , 11. İstanbul Uluslararası Sinema – Tarih buluşması. Bu senenin konusu “ Tarih boyunca mülteciler” di. Bu festivale birkaç arkadaşımla gitme fırsatı buldum. 1 tane hariç diğer tüm filmler çok başarılıydı. Başlığa yazdığım “Huzur içinde git jamil” bunların içinde en beğendiğim filmlerden biriydi. Film her yönüyle harikaydı. Filmden çıktıktan belli bir süre kendime gelmedim. Filmin ne kadar adına bakarak doğuda geçtiğini düşünsek de aslında İskandinav ülkelerinde geçiyor. Böyle geçmesinin bir güzelliği var doğuda çekildiği zaman filme yansıyacak ek problemler ve orta doğunun kargaşasından kendini arındırmış tek ve acı bir konu üzerine odaklanmış; Şii ve Sünni 2 aile arasındaki dini kan davasına.

Bilmeyenler için bu iki mezhep hakkında biraz tarihi bilgilendirme yapayım:

Ehl-i Sünnet: Bizdeki bilinen adıyla Sünnilik. Kur'an'ın İslam dinindeki yeri tüm müslüman gruplarca benimsenmekle birlikte hadis konusunda farklı İslami grupların farklı anlayışlarla sahip oldukları bilinmektedir. Hadisler İslamiyetin ilk dönemlerindeki peygamber ve yakınlarının ibadete, muamelat denilen dindeki çeşitli konulara ilişkin görüş ve davranışları yansıtan kayıtlardır. Müslüman bilginler peygamberin vefatından sonra İslam toplumunun k
arşı karşıya kaldığı sorunlara Kur'an'dan sonra ikinci kaynak kabul edilen Hadislerden delillerle çözüm getirmeye çalışmışlardır. Sünnilik, Şiiliğin aksine Muhammed döneminde yaşamış peygamberin yakınındaki tüm arkadaşlarına (Sahabi denir) dinin güvenilir kaynağı olarak yaklaşmakta olduğundan çeşitli Hadis bilginlerinin hadis kritiklerine uygun buldukları tüm hadisleri hangi sahabe kanalıyla gelirse gelsin kabul etmektedir. Yine Sünnilik ilk üç halife (Ebu Bekir, Ömer ve Osman) ve Ali'yi Muhammed'den sonra gelen güvenilir ve tazime layık dini kişilikler olarak kabul ederler. Oysa Şiilik ilk üç halifeyi Ali'nin elinden halifeliği çeşitli yollarla gasp etmiş kişiler olarak bakıp tazim göstermezler. Şiiliğin bir kısım sahabeyi güvenilmez kabul edip sadece on iki imamdan gelen hadisleri doğru, güvenilir (sahih) kabul etmesine karşılık Sünniliğin güvenilirliği tüm Sahabeye genelleştirmesi her iki grubun hadis külliyatlarında bir kısım farklılıklar bulunmasına yol açmıştır.
Şiilik veya Şia: İslam'da Sünnîlik'ten sonra en yaygın ikinci zümredir (üçüncü zümre Haricilik'tir). Bu zümrenin mensuplarına Şiî veya Şia denir. Son zamanlarda, Türkiye'de Şiilik sözcüğü, Şii akımlarının sırf bir tanesi olan Caferilik ile eş anlam tasımış bir hale gelmiştir, halbuki Şiilik veya Şia tarifesi "İslamiyette Ali'ye yandaş olan kimseler." olarak geçiyor.
Sünniler ve Şiiler nasıl ayrılmıştır? Sünni ve Şii ayrımı Muhammed'in 632 tarihinde vefatıyla birlikte başlamıştır. Yaşadığı sürece peygamber kimliğinin yanısıra siyasi önder vasfını da kendisinde bulunduran peygamberin artık hayatta olmayışı müslüman toplumu yeni önderin kim olacağı sorusuyla karşı karşıya bırakmıştı. Sakife denilen yerde toplanan bir grup müslüman hilafete Ebu Bekir'i seçmiş daha sonra Şii olarak adlandırılacak olan Ali taraftarı bir grup müslüman da Muhammed'in damadı olan Ali'nin bu göreve daha layık olduğunu ve Ebu Bekir'i seçen grubun hak yoldan saptığını düşünmüştü. Peygamberin vefatının üzerinden yaklaşık otuz yıl geçtikten sonra İslam toplumu ilk iç savaşı yaşamıştır. Bu savaş müslümanların üç grubunu birbirinden kesin olarak ayırmıştır. Şii'lere göre Muhammed'in dul eşlerinin yanısıra Ali ve Fatıma'nın da, Ebu Bekir'in hilafetinden hoşnutsuz olmalarının bir başka nedeni daha vardı [6]. Muhammed vefat ettiğinde geride önemli miktarda arazi ve mal varlığı bıraktı. Bunların en meşhuru tartışmaların da odağında olan Fedek Arazisi'dir. Ebu Bekir'e göre bu mal ve araziler peygamber tarafından halkın yararına idare ediliyordu ve dolayısıyla devlete aitti. Ali ise "Muhammed'e gelen veraset ile ilgili vahiylerin peygamberin mirasını da kapsadığını" iddia ederek bu duruma karşı çıkıyordu. Zira Kur'an'da vefat eden bir kişinin mirasının nasıl pay edileceği izah edilmektedir. Şiilere göre Ebu Bekir Muhammed'in dul eşlerine devletten maaş bağlamış ancak Muhammed'in kanından olan Ali, Fatıma ve İbn Abbas'a o kadarını bile vermemişti. Eşi Fatıma'nın ölümünden sonra Ali Fatıma'nın peygamberin mirasından payını almak için tekrar başvurdu ancak başvurusu aynı nedenlerle bir kez daha reddedildi. Bununla birlikte Ebu Bekir'den halifeliği devralan Ömer, Medine'deki arazileri Muhammed'in kabilesi Haşimoğulları adına Ali ve Abbas'a verdi; Hayber ve Fedek Arazisi'ni ise devlet malı saydı (Madelung, 1997 s. 62). Şii kaynaklarına göre bu durum Muhammed'in soyundan olanlara (Ehl-i Beyt), baskıcı halifeler tarafından yapılan haksızlıkların bir başka örneğidir
Yönetmeni OMAR SHARGAWI Danimarkalı bir anne ve Filistinli bir babanın çocuğu. Bu onun ilk uzun metrajlı filmi. Irak başta olmak üzere dünyanın bir çok bölgesinde yaşayan Müslümanların birbirini yediği konuya çok güzel ve tarafsız olarak gözlemlediği bir filmdi “ Huzur içinde git Jamil”.
İnsanların kendi iç hesaplaşmalarının yaşandığı. Bir kez içine girdin mi kurtulması çok zor olan yanlışlıkları , insanların içine bakmadan sadece mezhepleriyle anılıp muamele gördüğü bir yaşam jamilin ki Filmin kara İskandinav atmosferi çok etkileyici özellikle Arabistan da çekilen filmlerin havasına benzer serpia renk tonu hakim. Filmde hareketli sahnelerde titrek kameranın kullanılması ve konusu güzel bir dogma film örneği teşkil ediyor. Filmin sonundaki mütiş ve dramatik son çok etkileyici olmuş. Festivaller olmasa böyle mütiş Avrupa sinemasını izleyemeyeceğiz sanırım.